cnc, istanbul, torna, işleme merkezi


Gelirin Yeniden Dağıtılmasının Tanımlanması

Yazar admin

Her türlü güncel ve genel bilgi rafist.com
destegi Güncel Haber Merkezi, MSN Desteği ve diğer genel bilgiler.

GELİRİN YENİDEN DAĞILIMININ TANIMLANMASI

Gelir dağılımı, iktisadi bir kavram olarak milli gelirin yeniden dağılımı anlamında kullanılır. Yani, dağılımı incelenecek gelir milli gelirdir. Milli gelirin kimler, neler veya nereler arasında dağılımını ele alacağımızı da ortaya koymak lazımdır. Bu bakımdan, iktisaden önem taşıyan çeşitli gelir dağılımı kavramlarını açıklamak ve bu kavramlardan hangisinin tetkik edileceğinin bilmek gerekir. Şöyle ki:

a)Coğrafi gelir dağılımı: Bir ülkenin farklı bölgelerinde yaşayan insanların milli gelirden ne oranda pay aldıklarını gösterir. Bu gelir dağılımı, bir ülkenin gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri arasındaki farkları bulmada kullanılabilir. Gelişmiş ekonomilerde bölge geliri, kişi başına düşen milli gelirin 2/3’si ile karşılaştırılabilir. Bu karşılaştırma yapıldığında, gelişmiş ekonomilerde, geri bölgeler içindeki nüfusun çok az bir kısmının kişi başına düşen milli gelirin 2/3’sinden daha az bir gelire sahip olduğu görülür. İngiltere ve İsviçre’de böyledir. Bu oran Fransa ve Norveç’te %10, İtalya, İspanya ve Türkiye’de %30 civarındadır. Gelişmiş ülkelerde bölgeler arasındaki kişi başına düşen milli gelirler arasındaki fark gittikçe azalırken, az gelişmiş ülkelerde gittikçe artmaktadır.

b)Sektörlere göre gelir dağılımı: Tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin milli gelirden aldıkları payları, bunların uzun devredeki seyirleri, devletin hangi sektörler aleyhine hangi sektörler lehine gelir dağılımını etkilediğini, sektörlere göre gelir dağılımını kullanarak inceleriz. Gelişmiş ekonomilerde tarım sektörünün milli gelirdeki payı az, az gelişmiş ekonomilerde ise fazladır.

c)Fonksiyonel gelir dağılımı: Çeşitli üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları payları inceleyen gelir dağılımı kavramıdır. Milli gelir içinde ücret, rant ve kârın paylarını saptarsak, milli gelirin fonksiyonel dağılımını elde etmiş oluruz. Milli gelirin sosyal sınıflar arasında nasıl dağıldığını araştırmak istiyorsak, bunun için en uygun olanı fonksiyonel gelir dağılımıdır. Ancak, fonksiyonel gelir dağılımı bunu kaba hatlarıyla gösterebilir. Çünkü, sosyal tabakalaşma, fonksiyonel dağılımın dörtlü sınıflandırmasının kapsamına giremeyecek kadar karmaşıktır. Zira bu sınıflandırmaya göre küçük çiftçi ile büyük çiftçi, küçük tüccar ile büyük tüccar, memurla sanayi ve tarım işçileri arasında hiçbir fark yoktur. Sosyolojik bakımdan sosyal gruplar, sadece elde edilen gelirin kaynağına göre tanımlanamaz. Mesela büyük bir şirketin yöneticisi emek gelirli olduğu için fonksiyonel dağılıma göre ücretli sınıftan olması gerektiği halde, sosyolojik bakımdan işçi sınıfından sayılmaz.

d)Kişisel gelir dağılımı: Bireylerin veya tüketici birimlerinin, belli bir süre boyunca elde ettikleri gelir miktarlarını göz önünde tutar. Dolayısıyla bireyler arası gelir eşitsizlikleri araştırılmak isteniyorsa kişisel gelir dağılımı kavramına başvurulur. Ücret, faiz, rant ve kârların milli gelirden aldıkları payları söylediğimizde bu fonksiyonel gelir dağılımı olur. toplumda ne kadar rantçı, ne kadar ücretli olduğunu bu dağılım biçimi belirtmez. Ayrıca bir ailenin yıllık gelirinde hem ücret, hem rant, hem faiz hem de kâr birarada bulunabileceği için fonksiyonel gelir dağılımı bireyler arası gelir farklılıklarını göstermez. Buna karşın, Türkiye’de yaşayan insanların şu kadarı şu kadar miktarda gelir elde ediyor veya bu kadarı milli gelirin yüzde şu kadarını ele geçiriyor dersek, bu dağılım şekli kişisel gelir dağılımıdır. Kişisel gelir dağılımı sayesinde tüketici grupları arasındaki dengesizlikler saptanabilir.
Ülkenin az gelişmiş bölgeleri bizi ilgilendiriyorsa coğrafi, farklı sektörlerin milli gelir içindeki yerini ve gelişmesini inceliyorsak sektörler arası, sosyal grupların payları hakkında fikir edinmek istiyorsak fonksiyonel, milli gelirin dağılımındaki eşitlik veya eşitsizlik derecesi bizi ilgilendiriyorsa kişisel gelir dağılımları önem kazanır. Bizim inceleyeceğimiz dağılım şekli kişisel gelir dağılımıdır.

KİŞİSEL GELİR DAĞILIMINI SAPTAMADA KULLANILAN METOT

Kişisel gelir dağılımı incelenirken, birim olarak tüketici birimleri kabul edilir. Uygulanacak yöntemde ise gelir elde etmeyen kişiler, yani işsizler de gösterilir. Onun için, kişisel gelir dağılımı ile ilgili etütlerde birim olarak aile saptanmaktadır. Bu hususlar göz önünde tutulunca, bir yandan kişisel gelir dağılımı zaman içerisinde değeri değişen bir para birimine bağlı kalmaksızın ve milli gelirin toplam değerini dikkate almaksızın ifade etmek mümkün olmalı, diğer yandan tüketici birimlerinin sayıları dikkate alınmaksızın gelir dağılımı gösterilebilmelidir.
Bunun için, gelir dağılımını incelemede en uygun metot Lorenz eğrisi metodudur. Bu metoda göre önce çeşitli gelir dilimlerinde ne kadar tüketici biriminin yaşadığını ve bunların elde ettikleri geliri öğreniriz. Sonra tüketici birimleri en az gelirliden en çok gelirliye doğru sıralanan yüzdelere ayırırız. Her yüzdenin karşısına bu grubun milli gelirden aldığı payı yüzde olarak gösteririz. Tüketici birimlerinin en az gelirli %20’si milli gelirin %5’ini elde ediyor gibi. Bu şekilde hem tüketici birimlerini hem de milli gelir yüzdelerle gösteren bir tablo düzenlendikten sonra, bu verileri bir diyagrama yerleştiririz. Bu yerleştirme sonucu ortaya çıkan diyagramatik ifadeye Lorenz eğrisi denir.

Lorenz eğrisinde yatay eksende en az gelirliden en çok gelirliye doğru dizilmiş tüketici birimlerinin yüzdesi kümülatif olarak gösterilir. Dikey eksende ise, toplam geliri kümülatif yüzdeler halinde ifade ederiz. Diyagramda 450’lik bir açı teşkil ederek çizilmiş OAD doğrusu gelir dağılımında mutlak eşitlik doğrusudur. Çünkü OAD’nin üzerindeki her noktada tüketicilerin yüzdesi, toplam gelirin yüzdesine eşittir. Mesela tüketici birimlerinin %25’i gelirlerin %25’ini, %50’si gelirlerin %50’sini elde eder. Gerçekte karşılaşılan gelir dağılımları OBD eğrisine benzer eğrilerle gösterilir. Tüketici birimlerin en az gelirli %25’i toplam gelirin %6’sını, onu takip eden %25’inin toplam gelirin %9’unu elde etmesi halinde, kümülatif olarak düşününce, en az gelirli %50 tüketici birimi milli gelirin %15’ini elde ediyor demektir. Müteakip grupların milli gelirden aldıkları yüzdeleri de diyagramda işaretler ve işaretli noktaları da birleştirirsek, ekonominin gelir dağılımını gösteren OBD eğrisi ortaya çıkar. Gelir dağılımı OAD’ye yaklaştıkça eşitsizlik azalmakta ODC’ye yaklaştıkça eşitsizlik artmaktadır.
Şekilde nüfusun %55’inin gelirin sadece %25’lik bir kısmını aldığını görülmektedir.
Lorenz eğrisi ile gösterilen gelir dağılımı dengesizliklerini İtalyan istatistikçi Gini bir katsayı ile ifade etmiştir. Buna Gini katsayısı denilmektedir. Gini katsayısı, Lorenz eğrisi ile 900’lik açının açı ortayı arasındaki alanın dik üçgen alanına olan oranının rakamsal değerini gösterir. Sıfır ile bir arasında değişir ve gelir dağılımı dengesizliği azaldıkça katsayı sıfıra, arttıkça bir yaklaşır. Değişik zamanlarda yapılan gelir dağılımı araştırmalarında bulunan Gini katsayılarının karşılaştırılması bize gelir dağılımı eşitsizliklerinin düzelme veya bozulma yönünde değiştiğini açıkça göstermektedir. Katsayı küçüldükçe gelir dağılımı düzelmekte, büyüdükçe bozulmaktadır.

GELİR DAĞILIMINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER

Burada, ekonomide kendiliğinden gelir dağılımını belirleyen faktörler incelenecek, emeğin dışındaki üretim faktörlerine servet dersek, gelir dağılımını tayin eden asli faktörlerin şu noktalar etrafında toplandığını görürüz:

a)Emeğin Dağılımı: İnsanların sahip olduğu işgücü, vasıf bakımından farklılıklar gösterir. Ücretler arasındaki farklılığın başlıca sebebi budur ve kişisel kabiliyet farklılıkları ikinci derecede rol oynar. Vasıflı işgücü elde etmenin en önemli yolu eğitimdir. Onun için, yüksek ücretli iş kollarına ve mesleklere emek arzını artırmak ancak eğitim olanaklarını herkese eşit şekilde dağıtmakla mümkündür. Her ekonomik sistemde farklı iş güçlerine farklı talepler vardır. Ayrıca ücretin dışında, işi veya işin gerektirdiği beceriyi elde etmenin zahmetli oluşu gibi etkenlerde emek arzını etkiler. Onun için çeşitli vasıflardaki işleri, elde etme ile ilgili tüm engeller ortadan kalksa da emek gelirleri arasında farklar olabilir. emeğin vasfının dağılımındaki eşitsizlikler, emek gelirleri arasındaki eşitsizliğin en önemli sebebidir. Bu nedenin arkasında eğitim olanaklarının bireyler arasında eşitsiz dağılmış olması yatmaktadır.

b)Servet Dağılımı: Servet gelirleri, servet dağılımına göre, tüketici birimleri arasındaki gelir dağılımının eşit veya eşitsiz olması sonucunu yaratır. Servet dağılımı, emek dağılımına göre daha eşitsizdir. Onun için servet gelirleri emek gelirlerine göre daha eşitsiz dağılmıştır. Gelişmiş batı ülkelerinde gelir getiren servetin çok büyük kısmı, az sayıda tüketici biriminin elindedir. Çünkü, herkesin emeğinin vasfını artırabilmesi, tüm imkânlar sağlansa bile sınırlıdır. Oysa servet edinmek sınırsızdır. Ayrıca gelirler eşitsizliğin bir üst sınırı vardır. Gelirsiz yaşamak mümkün olmadığına göre bu üst sınırı aşılamaz.

c)Faktör Fiyatları: Servet ve işgücünün dağılımını bir veri olarak sabit kabul edersek, faktör (emek, sermaye, doğa, müteşebbis) fiyatlarındaki değişmeler, tüketici birimleri arasındaki gelir dağılımını fiyatı değişen faktörün lehine veya aleyhine değiştirir. Mesela, faiz, kâr ve rantın sıfıra düştüğü bir ekonomide servet temerküzü tek başına gelir eşitsizlikleri yaratmaz.

KİŞİSEL GELİR DAĞILIMININ ÖNEMİ

a)Kişisel gelir dağılımında adalet sosyal barışı sağlar, refah farkını kaldırır. Ayrıca adil gelir dağılımı, ekonomik güç birikimlerini önler, rantiye sınıfının büyümesine imkan vermez. İşte bu nedenle adil gelir dağılımı tüketici birimler arasında refah, ekonomik ve politik güç dengesi kurduğu ve çalışmadan yaşayan bir sosyal tabakanın oluşmasına meydan vermediği için sosyal barışı sağlayıcıdır.,

b)Kişisel gelir dağılımında adalet toplumsal refahı artırır. Gelir dağılımında adalet, büyük gelirli tabakalardan az gelirli tabakalara doğru gelir transferine neden olur. Marjinal fayda teorisine göre bu gelir transferi toplumsal fayda ve refahı artırır.

c)Kişisel gelir dağılımında adalet fırsat eşitliğini artırır. Bu sayede sosyal alandaki önemli bir amaca ulaşılmış olur. Yeteneklerle ilgili olmayan başlangıçtaki eşitsizliklerin olumsuz etkileri bertaraf edilmiş olur.

d)Kişisel gelir dağılımında adalet, ekonomik istikrarı sağlar. Gelişmiş ekonomilerde bazen görülen, tasarruf-yatırım dengesini tasarruf lehine bozan ve istikrarı bozan durumların meydana gelmesine imkan vermez. Adil gelir dağılımı sonucunda, harcama gelirin bir fonksiyonu olduğundan ekonomide efektif talep yükselir ve efektif talep düşüklüğünden kaynaklanan buhranlardan kurtulunur. Bu nedenle adil gelir dağılımı fiyat istikrarını korur, tam çalışmayı gerçekleştirir.

İLMİ YÖNDEN ADİL GELİR DAĞILIMI ÖLÇÜSÜ BULUNABİLİR Mİ?

Teoride böyle bir ölçü ortaya atılabilir. Tüketici birimleri arasında gelir dağılımı öyle olmalı ki bu dağılım sonunda tüm tüketici birimlerin marjinal gelirlerinin faydaları birbirine eşit olsun. Fakat marjinal fayda ölçülemez ve bu ölçüde kullanılamaz. Bunun için pragmatik hareket etmek zorunluluğu vardır. Kullanılan bu pragmatik ölçü adil gelir dağılımından beklenen faydaların gerçekleştirilmesini mümkün kılan ölçüdür. O zaman, herhangi bir ekonomide gelir dağılımı sosyal barışı sağlıyor, toplumsal refahı artırıyor, herkese fırsat eşitliği sağlıyor ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler devri hareketlere sebep olmuyorsa o ekonomideki gelir dağılımını adil kabul etmek gerekir. Ancak, böyle bir gelir dağılımı mutlak anlamda tüm tüketici birimlerinin birbirlerine eşit gelir elde ettiği bir gelir dağılımı değildir. Böyle bir gelir dağılımı tüketici birimler arasında tüketim ve refah eşitsizliğini azaltan, sosyal yönden faydalı servet birikimine olanak veren, aşırı servet yığılmalarına engel olan bir gelir dağılımıdır. Bu dağılım uzunca sayılabilecek bir dönem içerisinde gelir ve servet dağılımı eşitsizliklerini de azaltıyorsa ekonomi tüketici birimler arasındaki gelir dağılımını arzulanan biçimde gerçekleştirmiş demektir. Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ne dereceye kadar giderileceği konusunda bundan başka ölçü yoktur. Çünkü gelir dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesi geniş ölçüde iktisat ve maliye politikasını uygulayanların değer yargıları, o ülkedeki ekonomik sistem ve bu sistem içinde insanlara uygulanacak teşvik tedbirleriyle, özendiricilerle ilgili bir konudur.

DEVLETİN GELİR DAĞILIMINI DEĞİŞTİRMESİ

Bu iki şekilde olur. Milli gelirin tüketici birimleri arasındaki dağılımını belirleyen asli faktörleri değiştirerek ve milli geliri kamu gelirleri ve harcamaları yoluyla yeniden dağıtarak devlet gelir dağılımını değiştirebilir.
Birinci usulde servet ve eğitim imkanlarının dağılımı ile faktör fiyatları değiştirilir ve kendiliğinden oluşan gelir dağılımı değişir. İkinci usulde ise kamu gelirleri ve kamu harcaması kullanılır. Her gelir grubunun ödediği vergi ile yararlandığı kamu hizmetleri veya transfer ödemeleri aynı olmadığı için, vergi ve harcama sistemi milli geliri yeniden dağıtmış olur. Borçlanmada da durum aynıdır. Borç verenlerle, borçlanma ile finanse edilen devlet faaliyetlerinden yararlananlar birbirlerinden farklı sosyal tabakalardır. Şimdi her iki usuluün uygulanma şeklini ve kullandığı araçları inceleyeli:

a)Servet dağılımının değiştirilmesi: Servet dağılımındaki eşitsizlikleri gidermenin en kestirme yolu, gelir getiren serveti özel mülkiyete konu olmaktan çıkarıp devlet mülkiyetine geçirmektir, ancak bu demokratik toplum gereklerine aykırıdır. Özel mülkiyet kaldırılmadan, servet mülkiyeti sınırlandırılarak ve servetsizler servet sahibi haline getirilerek, servet dağılımı daha eşit hale getirilebilir. Bunun için toprak reformu yapılır. Toprak reformu bir yandan büyük toprak mülkiyetini tasfiye eder, diğer yandan da topraksız çiftçileri toprak sahibi yaparak servet dağılımındaki eşitsizlikleri azaltır. Böylece milli gelirin tüketici birimler arasında dağılımındaki eşitsizlik hafifler. Servet dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesinde düşünülen bir başka tedbirde verasetin sınırlandırılması hatta kaldırılmasıdır. Çünkü, temerküz etmiş servet veraset yoluyla nesilden nesile belli kişilerin eline geçer ve böylece servet temerküzü devam etmekle de kalmayıp artma eğilimi gösterir. Servet tevarüs edenler servetsizlere göre yeniden servet edinmede ve servetlerini artırmada daha şanslıdırlar. Onun için bir çok düşünür, veraseti adaletsizlik kaynağı olarak görür ve sınırlandırılmasını ya da kaldırılmasını ister. J.S.Mill de, belli sınırları aşan servetin veraset yoluyla intikalini önlemek istemiştir.
Vergi politikasıyla da eşitsizlik giderilebilir. Zenginlerin artan oranlı şahsı gelir vergileriyle vergilendirilmesi servet yığılmalarını azaltabilir ve hatta eşitsizlikleri hafifletebilir. Çünkü servet biriktirmenin en önemli kaynağı tasarruflardır. Olağanüstü kazançlar vergisiyle, veraset vergisiyle ve hakiki servet vergileriyle servet dağılımındaki eşitsizlikler azaltılabilir.

b)Eğitim olanaklarının değiştirilmesi: Gelir dağılımındaki eşitsizliğin bir nedeni de, emeğin vasfının fertler arasında aynı dağılmayışıdır. Kişilere tanınacak eğitim olanaklarıyla bu eşitsizlik giderilebilir. Modern toplumlarda yüksek bir eğitimle vasıflı işgücü olabilir. Onun için, yüksek gelirli mesleklere girmeyi önleyen sebepleri ortadan kaldıran bir eğitim reformu ile emek gelirleri arasındaki eşitsizlik azaltılabilir. Eğitim temel bir kamu hizmeti haline gelmeli ve her isteyen ve yetenekli olan vatandaşın yüksek ücretli mesleklere girmesini mümkün kılan bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Eğitim parasız olmalı ve az gelirli aile çocuklarına burs verilmelidir.

c)Faktör fiyatlarının değiştirilmesi: Devletin ekonomiye müdahale yollarından birisi de faktör fiyatlarını değiştirmesidir. Devlet bu amaçla faiz haddini saptar, işçiler en az ücret düzeyinin altında ücret almaz, bazen kiralar dondurulur, kârın azami tavanı belirtilir, belli ürün fiyatlarının destekleme alımlarıyla en az düzeyin altına düşmesi önlenmektedir.
Devlet müdahalesi piyasa ekonomisi ile bağdaşmaz ama bu müdahaleler de başarılı olmuştur. Faiz haddi başarılı bir şekilde tespit edilmekte ve ucuz para politikasıyla, tam istihdama yakın bir düzeyde ekonomik denge kurulabilmektedir. Asgari ücret ve toplu iş sözleşmesinin de bu konuda olumlu katkısı vardır. Kâr hadlerinin belirlenmesi ve kiraların kontrolü ise kamu idaresi iyi kurulmuş ülkelerde tatminkâr sonuçlar vermektedir. Tarım ürünlerinde uygulanan taban fiyat ise hemen her ülkede benimsenmiş ve tarım sektöründe önemli bir gelir politikası aracı olarak kullanılmaktadır.

MALİYE POLİTİKASIYLA MİLLİ GELİRİN YENİDEN DAĞITILMASI

Kamu maliyesi, milli gelirin dağılımını üç yönde değiştirebilir. Bunlardan birincisi, devletin piyasa ekonomisi kuralları içinde kullandığı üretim faktörlerinin fiyatlarını ödeyerek milli gelirin fonksiyonel dağılımını değiştirmesi idi.Milli gelirin tüketici birimler arasında dağılımının eşitsizlik sebepleri üzerinde dururken, devletin üretim faktörlerinin fiyatlarını değiştirerek milli gelirin fonksiyonel dağılımı kadar kişisel dağılımı üzerinde de eşitleyici yönde etkide bulunabileceğini gördük.
Kişisel gelir dağılımındaki eşitsizliğin diğer iki asli sebebi emeğin vasfının dağılımındaki eşitsizlikle, servet dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi, nitelikleri itibariyle kamu maliyesinin kişisel gelir dağılımını nasıl değiştirdiğini açıkça ortaya konacaktır. Kamu maliyesi, yapısı itibariyle yeniden dağıtıcıdır. Çünkü en önemli kamu geliri olan vergiler, mükelleflerden karşılıksız olarak alınır. Vergi alınırken, vergi ödeme gücü göz önünde tutulur. Mükelleflerden karşılıksız, nihai ve cebre dayanılarak alınan vergiler, verginin mevzuu ne olursa olsun mükellefler bunları gelirlerinden ödediklerine göre, mükelleflerin vergileri ödemeden önceki sahip oldukları gelirle, ödedikten sonra ellerinde kalan gelir birbirinden farklıdır. Vergiler; gelir, servet ve harcamalar gibi çok geniş konular üzerinden alınırlar. Onun için herkes vergi mükellefidir diyebiliriz ama varlıklı sosyal tabakalar, varlıksız sosyal tabakalara göre daha büyük vergi ödeme gücüne sahip olduklarından ve çağdaş vergilendirme tekniğinde en az geçim indirimi, artan oranlılık, ayırma nazariyeleri gibi nazariyeler mükelleflerden gerçek vergi ödeme güçleriyle orantılı olarak vergi almaya imkan verdiklerinden, zenginler fakirlerden daha fazla vergi öderler. Dolayısıyla çağdaş devletlerin vergi sistemleri ve bu sistemlerin kabul ettikleri vergilendirme teknikleri gelir dağılımındaki eşitsizlikleri törpüleyici yönde etkide bulunur. Kamu harcamaları ise toplumsal ihtiyaçları karşılamak üzere yapılır. Çağdaş ülkelerde bu ihtiyaçlar kamu hizmeti yoluyla karşılanır. Bu hizmetler ya parasız yapılır ya da bu hizmetlere saptanan fiyatlar maliyetlerinin altındadır. Bu hizmetlerden herkes faydalanır. Parasız ya da gerçek maliyetinin altında fiyatla sunulduğu için kamu harcamalarının yapısında gelir dağılımındaki eşitsizlikleri giderecek bir özellik vardır. Vergi ve kamu harcamalarının yansımaları göz önünde tutulursa, kamu maliyesinin kullandığı bu iki araçla kişisel gelir dağılımı eşitsizlikten eşitliğe doğru değişebileceği gibi aksi de olabilir.Bu nedenle bilinçli olarak vergilerin ve kamu harcamalarının gelir dağılımındaki eşitsizlikleri gidermesi üzerinde durulmuş, şahsi gelir vergilerinde artan oranlılık, ayırma nazariyesi ve en az geçim indirimi kurumlarına yer verilmiş, harcama vergilerinin derecelendirilmeleri ve bazı harcamalar üzerinden vergi alınmaması kabul edilmiş, olağanüstü kazançların vergilendirilmesi yoluna gidilmiştir. Gün geçtikçe, devletçe geliştirilen ve parasız yürütülen kamu hizmetleri, fakir tabakalara yapılan sosyal yardımlar, devletin sosyal güvenliğin finansmanına katılması bilinçli olarak kişisel gelir dağılımını eşit hale getirme konusunda devletçe alınan ve uygulanan maliye politikası tedbirlerinin belli başlıcalarıdır.
Kamu maliyesinin milli gelirin yeniden dağıtılması ile ilgili bu genel bilgilerden sonra, vergilerin, borçlanmanın ve kamu harcamalarının gelir dağılımı üzerindeki etkilerini inceleyelim.

VERGİLER VE TÜKETİCİ BİRİMLER ARASINDAKİ GELİR DAĞILIMI

Öncelikle bazı temel kavramlar üzerinde duralım ve bir takım genel açıklamalar yapalım. Daha sonra da tek tek vergi çeşitlerinin gelir dağılımına etkisini inceleyeceğiz.

Artan oranlı vergi: Mükelleflerin geliri arttıkça ödediği vergi ile elde ettiği gelir arasındaki oran (ödediği verginin gelire oranı) artmaktadır.

Azalan oranlı vergi: Mükellefin geliri arttıkça, ödediği verginin gelire oranı azalıyorsa bu vergi azalan oranlıdır.

Orantılı vergi: Mükellefin geliri arttıkça, ödenen verginin gelire oranı sabit kalıyorsa bu orantılı vergidir.

Dolaylı ve Dolaysız vergiler: Dolaysız vergilerin yansıma özelliği pek yoktur. Dolaylı vergiler ise hemen hemen tamamen fiyatlara yansır. Fiyatları yükseltir. Bu nedenle vergi yükü daha çok düşük ve orta gelirli ailelerin üzerine biner, bu da gelir dağılımını olumsuz yönde bozucu etki doğurur. Dolaylı vergiler, düşük ve orta gelirli ailelerin kullandığı mal ve hizmetler içinde, yüksek gelirli ailelerin kullandığı mal ve hizmetlere oranlara daha yüksek pay tutar. Bir ülkede, toplam vergiler içinde dolaylı vergilerin oranı çoksa, vergilerin çoğunlukla düşük gelirlilerden, dolaysız vergilerin oranı yüksekse, vergilerin daha çok yüksek gelirlilerden alındığı ve daha adil bir gelir dağılımı olduğu söylenebilir. Gelişmiş ülkelerde dolaysız vergilerin oranı yüksektir ve daha adil gelir dağılımı vardır. Gelişmemiş ülkelerde ise dolaylı vergilerin oranı yüksektir ve daha düzensiz bir gelir dağılımı vardır. Dolaylı vergiler, yüksek gelirlilerin aldıkları lüks mallardan alınırlarsa gelir dağılımını düzeltici, zorunlu tüketim mallarından alınırlarsa gelir dağılımını bozucu etki gösterirler.

İstisna ve muafiyetler: İstisna ve muafiyetler, gelir dağılımını olumlu yönde etkileyebilir ama aşırı istisna ve muafiyetlerin etkisi olumsuz olacaktır. Ülkemizde ve diğer az gelişmiş ülkelerde bunun tipik örneği tarımsal kazançlardır. Bir de yatırım indirimi vardır. Bazen, teşvik olmasa bile o yatırım yapılabilecekken teşvik verilir. Bu da gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler.
Özellikle gelir vergisinde ve servet vergisinde artan oranlılık uygulanırsa gelir dağılımını düzeltici etki gösterir. Ama az gelişmiş ülkelerde bu etkin bir şekilde yapılamamaktadır.

Vergi kaçakçılığı: Vergi kaçakçılığı, vergilerin düzeltici ve olumlu etkilerin baltalayıcı rol oynamaktadır. Bir vergi kanunu ne kadar modern olursa olsun, vergi kaçakçılığı varsa, bu vergi sistemi düzeltici değil tersine gelir dağılımını daha da bozucu etki gösterir. Vergi kaçakçılığının nedenlerinin başında denetim ve mevzuat yetersizliği vardır. Ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliğinin en önemli nedenlerinden biri de vergi kaçakçılığının büyük oranda ve yaygın oluşudur.
Kullanılmayan vergi rezervleri de gelir dağılımını olumsuz etkiler. Ülkemizde özellikle, tarım kesimi iyi vergi potansiyeli olduğu halde gereği gibi vergilendirilmemektedir.

MUAYYEN VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

A)GELİR VERGİSİ: Üç tür gelir vergisi vardır:

a)Şahsi gelir vergisi: Mükelleflerin bir yıl içinde elde ettikleri gelir yani kazanç ve iratların safi tutarı (Gelir elde edilirken yapılan masraf düşülüp, kâr-zarar çıkarıldıktan sonra kalan tutar) üzerinden alınır. Genellikle yansımaz. Tarifeleri artan oranlıdır, bu yüzden gelir dağılımını düzeltici etkide bulunur. Ancak, düzeltici etkide bulunması için, gelir vergisinin genel olması gerekir. Gelir vergisi kanununun yapısında vergiden kaçınma kurumları olmamalıdır. Eğer kurumlar, aşırı istisna ve muaflıklar ve götürü usulle vergilendirmeler olursa, vergi karşısında eşitlik ilkesi bozar ve tüketiciler arasında milli gelirin dağılımı eşitsizlik lehine bozulur. Vergi tarhiyatı kaynakta kesme usulüne göre yapılırsa vergi kaçakçılığı olmaz. Beyana dayalı vergi tarhiyatı, vergi kaçakçılığına son derece müsaittir. Bu gelir dağılımı bozucu etki gösterir. Onun için iyi bir denetim olmalı ve beyannamelerin doğruluğu sağlanmalıdır. Mesela, Gelir vergisi kanununa göre, yıllık 10 milyon TL gelirin %30, 40 milyon TL gelirin % oranında vergilendirildiğini varsayalım. Burada vergi artan oranlıdır. 10 milyon TL geliri olan memur, kaynakta kesildiği için %30 vergi öder. 60 milyon TL gelirli bir tacir ise beyannamede kazancını 40 milyon TL gösterip %40 yani 16 milyon TL vergi öder. Gerçekte ise %26.6 oranında vergi ödemiş olur. böylece vergi azalan oranlı hale gelir. Ama günümüzde alınan tedbirlerle bu durum büyük oranda ortadan kalkmıştır.
Gelir vergisinde, en az geçim indiriminin yüksek düzeyde oluşu, artan oranlılık dilimlerinin adaletli dağılışı ve özellikle üst dilimlerde vergi oranı çok yüksek alt dilimlerde düşük olmalı ancak üst dilimlerde, yatırım hevesini baltalayacak kadar yüksek olmamalıdır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, gelir vergisinde vergi kaçırma olur. başta tarımsal kazançlar olmak üzere tüm kazanç ve iratları kapsamı içine alamaz. Ücret gelirlileri tam vergi öderken diğer gelirliler vergi kaçırabilir. Bu da gelir dağılımını olumsuz etkiler. Ticari kazançlardan gelir vergisi öderken yapılan masraf ve amortismanlar düşülür. Oysa memur ve işçilerin zamanla çalışma kapasitelerindeki azalma yani çalışma gücü amortismanı ve bilgi, tecrübe edinmek için yapılan masraflar gelirden düşülmez. En az geçim indirimi, enflasyon nedeniyle anlamını yitirir ve düşük gelirliler oransal olarak yüksek vergi öderler. Yüksek gelirliler ise, yatırım indirimi, amortisman vs.den yararlanır. Bu da gelir dağılımını bozucu etki yapar.

b)Negatif gelir vergisi: Daha çok transfer niteliği taşır. Genellikle gelişmiş ekonomilerde vardır. Geliri, asgari ücretin altına düşen ailelere devlet yardım yapar. Ayrıca bunlardan vergi alınmaz. Bu fakirliği önler, gelir dağılımını düzeltici etki yapar ancak çalışma arzusunu azaltır, emeğin verim ve üretkenliliğini düşürür.

c)Kurumlar vergisi: Kurumlar vergisi kanunda gösterilen kurumların belli bir dönemdeki toplam safi kazançları üzerinden alınır. Bu kurumlar; sermaye şirketleri, kooperatif şirketler, iktisadi kamu müesseseleri, dernek, tesis ve vakıflara ait iktisadi işletmelerdir. Genel nitelikte ve dolaysız bir vergidir. Kârdan aldıkları pay azaldığı için ortaklar öder. Verginin, gelir dağılımına etkisini bulabilmek için hisse senetlerinin çeşitli gelir grupları arasındaki dağılımını bilmek gerekir. Yansıma yoksa yani şirket halka açık A.Ş. değilse, hisse senetleri yüksek gelir gruplarına dağıtılmıştır ve şahsi gelir vergisinin gelir dağılımı üzerindeki olumlu etkisine katkıda bulunur. Bazı memleketlerde artan oranlı tarife uygulanır. Bazılarında da halka açık A.Ş. ler lehine, açıklık durumuna göre değişik ve düşük oranlı vergiler uygulanır. Bu tip uygulama, hissedarların az gelirli olması halinde, gelir dağılımı üzerinde olumlu etki yapar. Kurumlar vergisi, sermaye üzerine ek vergi getirir, yüksek gelirleri vergilendirir ancak yatırımları baltalamayacak şekilde düzenlenmelidir.

B)LÜKS VERGİSİ: Bazı ülkelerde özel araba, radyo, televizyon ve videolar vergilendirilir. Buna özel harcama ya da lüks vergisi denir. Eğer bunlar yüksek gelir gruplarının elindeyse, lüks vergisi gelir dağılımını olumlu etkiler. Ülkemizde de bu mallara genellikle yüksek ve orta gelirliler sahiptir. Dolayısıyla gelir dağılımını olumlu etkilediğini söyleyebiliriz.

C)BİNA VERGİSİ: Binanın sağladığı irattan bakım masrafı ve amortisman düşülür, geriye kalan safi irat matrah kabul edilir. Bunun üzerinden vergi alınır. Türkiye’de bina vergisi, binanın mükellefince beyan edilen değeri üzerinden alınır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, binalar yüksek gelir gruplarının elindedir. Eğer muaflık ve istisna yoksa, bina vergisi, gelir dağılımını eşitleyici yönde etki yapar.

D)ARAZİ VERGİSİ: Burada matrah ya arazinin yüzölçümü ya da değeridir. Yüzölçümü her çeşit tarımsal faaliyette ve toprakta aynı geliri temsil etmez. Ayrıca bu verginin yüzölçümü üzerinden alındığı ülkelerde tarımsal işletmelerden pek büyük bir kısmını oluşturan küçük işletmeler rantabl işletmeye elverişli olmadıkları için, alınan vergi gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler. Arazinin değeri üzerinden alınıyorsa, bu değer arazinin sağladığı gelirden türemiştir. Onun için, arazi tahrirlerinin güvenilir şekilde ve yakın tarihte yapılmış olması gerekir. O zaman arazi vergisi, dolaylı olarak gelir vergisi haline gelir. Küçük işletmeler vergilendirilirse, büyük işletmeler de artan oranlı vergilendirilirse, arazinin değerinin matrah alındığı arazi vergisi, gelir dağılımını olumlu etkiler. Az gelişmiş ülkelerde bu yapılırsa, hiç işletilmeyen veya verimli işletilmeyen topraklar, verimli işleteceklerin eline geçer ve bir anlamda toprak ve tarım reformu yapılmış olur. Yine az gelişmiş ülkelerde topraklar adaletsiz dağıtılmıştır. Arazi vergisi değer üzerinden alınır ve değer vergi tahririnde düşük tahmin edilirse, büyük işletmeler küçük işletmelerden daha az vergi öder ve gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler yani bozar.

E)SERVET VERGİLERİ: Servet, yükümlülerin sahip olduğu mal ve nakit değerlerdir. Bu vergiyle, gelir vergisiyle vergilendirilmeyen ama ödeme gücü açısından büyük önemi olan bazı iktisadi değerler vergi kapsamına alınır. Genellikle yansımazlar ve yansıtılamayan servet vergileri adil gelir dağılımının sağlanmasında önemli bir araçtır. İki türlüdür:

a)Servetten alınan vergiler: Gelişmiş ülkelerin çoğunda uygulanır. Ödeme gücünü esas alan, sübjektif ve dolaylı vergidir. Gerçek ve tüzel kişilerin sahip oldukları servetin tamamını vergilendirir. Servet sahipleri lehine bozulan gelir dağılımını eşitleyici etki gösterir. Küçük servetten az, büyük servetten çok vergi alınır. Servet vergilerinin bir türü de emlak vergisi yani bina ve arazi vergisidir. Emlak alınırken verilen emlak alım vergisi vardır. Motorlu kara taşıtları vergisi de taşıtın yaş, cins ve ağırlığına göre artan oranlı alınır ve gelir dağılımını eşitleyici etki yapar.

b)Servet transferinden alınan vergiler: Burada verginin konusu servetin mevcudiyeti değil, karşılıklı veya karşılıksız başkasının eline geçmesidir. Bu da üç türlüdür:

aa)Servetteki değer artışı üzerinden alınan vergiler: Servetteki değer artışı üzerinden alınır. Bu değer artışı mükellefin gayretiyle değil, konjonktür ve bazı tesadüflere bağlı olarak artmıştır. Onun için tepki görmez. Gelir dağılımını olumlu etkiler. Vergi alınmazsa tasarruf yoluyla servete eklenir ve servet dağılımındaki eşitsizlik büyür. Bu vergi ekonomik ve sosyal görüşe dayanır. Ekonomik görüş, büyük servet eşitsizliklerinin ekonomik kalkınmayı engellediği , sosyal görüş ise, servetteki değer artışının konjonktür, talih gibi nedenlerden ileri geldiğini, fırsat eşitliğini bozduğunu, onun için de vergilendirilmesi gerektiğini söyler. Servetteki değer artışı, harp, enflasyon ve hızlı kalkınma gibi olağanüstü nedenlerden ileri gelir. Bayındırlık hizmetleri sonucu servetin değerlenmesi ise şerefiye ile ilgilidir. Bayındırlık hizmeti (baraj vs.) sonucu değerlenen servet vergilendirilmelidir. Bu sayede bir ölçüde gelir dağılımı düzelebilir.

bb)Veraset ve intikal vergileri: Doğrudan servet üzerinden alınır. Servet bir nesilden öbür nesile geçerken törpülenir, budanır. Çalışmadan servet sahibi olmayı kısıtlar. Servetin değeri ve mirasçıların yakınlık derecelerine göre artan oranlı olarak uygulanır. Değerinin tapuda yazana göre değil o günkü piyasaya göre belirlenmesi gerekir. İstisna hadleri az, tarifesi yüksek olursa gelir dağılımına olumlu etkisi daha fazla olur. gelişmiş ülkelerde istisna haddi az, artan oranlı tarife uygulanır. Her 30-35 yılda bir servet törpülenir ve eşitsizlik artmaz.

cc)İstisnai (Ek) servet vergileri: Olağanüstü hallerde seferberlik, harp ve harbi izleyen imar döneminde alınır. Böyle dönemlerde devletin harcamaları, karşılayacağı ihtiyaçlar çok, geliri ise azdır. Bu vergi kaynak oluşturur. Ayrıca böyle dönemlerde insanların bir kısmı ölür, bir kısmı yaralanır, bir kısmı daha önce varlıklı iken varlıksız olur ve servet dengesizlikleri artar. Bu vergi, bunu düzeltici rol oynar. Klasik maliyeciler, verginin serveti kemirdiğini ve alınmaması gerektiğini söylerler. Oysa vergi ile milli ekonomide servet birikimi olur. Yatırımlar artar. Ayrıca kişiler ödediği vergiyi telafi edebilmek olumlu gayret gösterebilir. Büyük servette durum böyledir ancak küçük servetten alınan vergi, servet birikimini engeller. Birinci ve İkinci Dünya Savaşında Fransa’da uygulanan milli dayanışma vergisi bunun örneğidir.
Taşıt alım vergisi de servet transferi üzerinden alınır ve artan oranlıdır. Yüksek gelirlilerden çok vergi alınır ve gelir dağılımını olumlu etkiler.

F)OLAĞANÜSTÜ KAZANÇLAR VERGİSİ: Enflasyon, seferberlik gibi gelir dağılımında büyük eşitsizliklerin meydan geldiği durumlarda alınır. Hem enflasyonu önlemek hem de gelir dağılımını düzeltmek amacıyla alınır. İstisnai servet vergisinden farklı olarak, bir kez değil olağanüstü şartlar devam ettiği sürece alınır.

G)HARCAMA (GİDER) VERGİLERİ: Üretilen, satılan ve tüketilen mal ve hizmetlerden alınır. Gelir ve servet elde edilirken değil, harcanırken vergilendirilir. Vergi fiyatın içindedir. Kişi, maldan veya hizmetten ne kadar tüketirse o kadar vergi öder. İnsanların geliri arttıkça ödenen verginin gelire oranı düşer. Düşük gelirliler ise, gelirlerinin büyük oranıyla vergi öderler. Yani, oransal olarak düşük gelirliler daha çok öderler. Tersine artan oranlılık vardır. Bu da gelir dağılımını olumsuz etkiler. Dolayısıyla tersine artan oranlılığın etkisi düşürülmelidir. Mesela, bazı zorunlu ihtiyaç maddeleri KDV’den istisna edilmeli ya da daha düşük oranda vergilendirilmelidir. Harcama vergiler üçe ayrılır:

a)Genel harcama vergileri:

aa)Toplu harcama vergisi: Üretim ve el değiştirme zincirinin bir aşamasında alınır. İleriye yansıyabilir. Yüksek oranlı olduğu için vergi kaçakçılığı yüksektir. Vergiyi doğuran olayın büyük kısmı vergi dairesinden gizlenir. Bu da mükellefler lehine gelir dağılımını bozar. Ayrıca yansıdığı için bu vergiyi tüketiciler öderler. Bundan dolayı da düşük gelirliler aleyhine gelir dağılımı bozulur. Bunu biraz azaltmak için zorunlu tüketim malları vergi dışı bırakılabilir. Lüks mallar artan oranlı tarifeye göre vergilendirilir. Mal perakendeciden tüketiciye geçerken alınırsa daha etkili olur ancak az gelişmiş ülkelerde, yapısal bozukluk, vergi idaresinin iyi örgütlenememesi gibi nedenlerle uygulanamaz.

bb)Yayılı muamele vergisi: Üretimin her aşamasında alınır. Vergi çok kademeli olduğu için aynı matrah birden çok defa vergilendirilir. Vergi, gerçek oranının üzerinde gerçekleşir. Sıkı denetim olursa vergi kaçakçılığı azalır. Aksi takdirde mükellefler aradaki vergilerden kurtulmak için işletmeleri monopol haline getirir ve rekabeti kaldırırlar. Bu da gelir dağılımını bozar. Uzun safhalı üretimi cezalandırdığı için imalatta dikey yığılmalar olur ve tekeller oluşur. Bu vergi ileriye yansır ve tüketicilere yüklenir. Adil gelir dağılımını sağlamada başarılı değildir.

cc)Katma değer vergisi: İlk ikisinin olumsuz etkilerini azaltmak için konur. Üretim ve dağıtımın her aşamasında alınır. İmalatçı kendi imalat safhasında, önceki ödenen vergiyi ödeyeceği vergiden düşer ve bunun için mükellefler birbirlerini kontrol ederler. Vergi kaçağı çok azdır. İleriye yansır ve sonuçta tüketiciler öder. Bu sebeple, vergi düşük gelirliler için artan oranlıdır. Bu, gelir dağılımını olumsuz etkiler ancak farklı grup mallara farklı oranda vergi konarak olumsuz etki azaltılabilir. Düşük gelirlilerin kullandığı mallarda oran düşülür.

b)Özel harcama vergisi: Belirli mallar üzerinden alınır. Kalkınmış ülkelerde araba, televizyon, radyo, kakao gibi lüks mallardan alındığı halde, az gelişmiş ülkelerde şeker, tuz, kahve gibi zorunlu ihtiyaç maddeleri de vergilendirilir. Onun için azalan oranlıdır ve gelir eşitsizliğini artırır. Oysa gelişmiş ülkelerde gelir dağılımını düzeltici yönde etki gösterir. Bu vergileri tüketici öder. Az gelişmiş ülkeler genel harcama vergilerini çeşitli nedenlerle uygulayamadıkları için bu vergiyi koyarlar. Tahsilatı kolaydır. Gelir dağılımını bozar.

c)Gümrük vergileri: Gümrük vergisi, devlete gelir sağlamak, bebek endüstrileri korumak, yerli-yabancı endüstriler arasında rekabet eşitliği sağlamak ve gelir dağılımını değiştirmek için alınır. Zorunlu ihtiyaç mallarından genellikle alınmazlar. Diğer mallar da sınıflandırılır ve farklı tarife uygulanır. Böylece vergi, azalan değil artan oranlı veya orantılı olur. Az gelişmiş ülkelerde, idaresi kolay hasılatı bol bir vergidir. Sanayileşme teşvik edilir. Türkiye’de beş yılda beş eşit taksitte alınır. Bu, bir yandan gelir dağılımını yüksek gelirliler lehine bozar, bir yandan da kaynaklar toplum yararına kullanılır, yatırım artar, işsizlik biraz önlenir ve hiç geliri olmayanlar gelir elde ederler. Gelir dağılımını düzeltici etkisi olur.

DEVLETİN BORÇLANMASI VE GELİR DAĞILIMI

Vergi mükelleften doğrudan doğruya, karşılıksız, cebre dayanarak ve kesin olarak alınır, gelir dağılımını etkiler. Vergi kanunlarının böyle bir amacı olmasa da vergi böyle bir sonuç ortaya çıkarır.
Borçlanma ise vergiden ayrılır; karşılıklıdır, rızaya dayanır ve kesin değildir. Bu itibarla devlet borçlandığı vakit, tasarruf erbabından borçlanır. Tasarruf erbabı devlete borç verirken, yani tahvil satın alırken, önceden biriktirilmiş servetlerinin bir kısmını, almaya karar verdikleri tahvillerle değiştirirler. Tüketim harcamalarını kısmazlar. Bu itibarla borçlanma, ilk bakışta gelir dağılımını etkilemez. Sadece servet dağılımının kullanım şekli değişir. Bu açıklamalar gönüllü borçlanmalar için söz konusudur.
Bir de cebri borçlanmalar vardır. Bu borçlanmalar şahısların tasarruflarından değil gelirlerinden alınır ve vergiye benzer sonuçlar doğurur. Bu borçlanmaya genellikle enflasyon dönemlerinde başvurulur. Bu yolla gelir dağılımı eşitlenebilir ancak bunun için cebri borçlanmanın, Türkiye’de tasarruf bonoları uygulamasında olduğu gibi, şahısların gelirleriyle orantılı değil artan oranlı olarak uygulanması gerekir.
Borçlanmada faiz haddi çok önemlidir. Cari faiz haddinden borçlanılıyorsa, borçlanma gelir dağılımını etkilemez. Çünkü bu hadden borç vermek isteyen çıkmaz. Sermaye piyasasında, cari faiz haddini yükselterek borçlanılıyorsa, şahıslar tüketim harcamalarını kısarak tasarruflarını artırırlar. Bu tür borçlanmaya enflasyon dönemlerinde başvurulur ve enflasyon nedeniyle gelir dağılımı dengesizliklerinin artması önlenir. Bu durum karşısında, sermaye piyasasındaki faiz haddini değiştirmeksizin yapılan gönüllü borçlanmaların şahısların gelirleri üzerinde herhangi bir kısıntı meydana getirmediği söylenebilir. İşte gönüllü borçlanmaların bu özelliklerinden faydalanarak iktisadi hayatın duraklama ve depresyon devrelerinde, devlet açık bütçe siyaseti takip ederek, kimsenin gelirlerini azaltmadan muayyen grupların gelirlerini artırabilir. Borçlanma, gelir dağılımını doğrudan doğruya değiştirmez. Fakat devletin bu borç dolayısıyla tahvil sahiplerine ödediği faizler bu kimselerin gelirlerini artırır. Bu ödemeler transfer ödemesi gibi etki yapar. Bu yüzden kişiler arası gelir dağılımı da değişir. Bu transfer ödemelerinin etkisi, devletin borçlandığı kaynağa göre değişir. Yani devlet kimlere veya hangi kurumlara borçlanmış? Mesela kamu kurumlarına ya da kamu bankalarına yapılan faiz ödemesi gelir dağılımını etkilemez. Özel banka veya şirketlere yapılan faiz ödemeleri ise gelir dağılımı etkiler. Çünkü, özel şirket ve bankaların sahipleri yüksek gelir grubuna mensuptular. Yapılan faiz ödemesi, bu kişilerin gelirini daha da artırırken gelir dağılımı eşitsizliği de artar. Kişiler yapılan faiz ödemeleri de aynı etkiyi doğurur. Çünkü bu kimseler de yüksek gelir grubun dahildirler. Kısa vadeli borçlanmalarda da faiz ödemesi aynı etkiyi gösterir.

KAMU HARCAMALARI VE GELİR DAĞILIMI

a)Reel harcamalar ve gelir dağılımı: Devlet yaptığı reel harcamalar karşılığında mal ve hizmet satın alır. Bu çeşit harcamalar efektif talep düzeyini doğrudan etkiler ve milli gelirle istihdam düzeyi yükselir. Bu anlamda reel harcamaların ilk etkilerinin, ekonomide durgunluk veya çöküntü dönemlerinde, az gelirli sosyal tabakaların gelirlerinin artırmak şeklinde ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü işsizlik zamanında, işçiler ücret geliri elde edemezler. İstikrar döneminde ise reel harcamalar kamu hizmetleri için yapılır. Kamu hizmetlerinden kişiler parasız veya maliyetin altında bir fiyatla yararlanıyorsa, bunların kişisel geliri, hizmetin karşılıksız intikal eden kısmı kadar artıyor demektir. Reel harcamaların gelir dağılımına etkisini ortaya koymak için iki konunun açıklanması gerekir:

aa)Kamu hizmetinde değer saptanması: Kamu hizmetlerinin değeri ya hatalı saptanır ya da fiyatı olmaz. Maliyetine göre saptanır. Bir kamu hizmetinin değeri, o hizmet için yapılan harcamaya eşittir.

bb)Kamu hizmetlerinin, çeşitli gelir gruplarının gelirlerini ne miktarda artırdığını bilmek gerekir. Bunun için kamu hizmetleri ikili sınıflandırmaya tabi tutulur. Bunlardan birincisi, yararlanan tabakalara, ölçülebilen ve bölünebilen fayda sağlayan kamu hizmetleridir. Belli gelir gruplarındaki kişiler, belli kamu hizmetlerinden, diğer gelir gruplarındaki kişilere göre daha fazla yararlanır. Eğitim, sağlık gibi. Hizmetten yararlanan gruba bakarak, gelir dağılımına etkisini bulabiliriz. Mesela üniversite öğretim hizmetinden yararlananlar, parasız veya hizmetin maliyetinin çok altında bir harç ödeyerek yüksek eğitim ve öğrenim imkanı bulan öğrenciler ve aileleridir. Bu ailelerin mensup oldukları gelir grubunu bilmek gerekir. Düşük gelir gruplarına mensup çocuklar üniversitede okuma fırsatı bulamıyorlarsa ve üniversitedeki eğitimden fiilen orta ve yüksek gelir gruplarındaki aileler yararlanıyorlarsa, devletin üniversite yaptığı harcamalar, gelir eşitsizliklerini artırıcı niteliktedir. Eğer üniversitede okuyanlar genellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarıysa, reel harcamalar eşitsizliği azaltıyor demektir. İkincisi ise ölçülemez ve bölünemez fayda sağlayan kamu hizmetleridir. Bu tür kamu hizmetlerinin tüm topluma fayda sağladığı kabul edilir. Onun için gelir dağılımı üzerindeki etkisi de nötrdür.

b)Transfer harcamaları ve gelir dağılımı: Transfer harcamaları da gelir dağılımını olumlu veya olumsuz yönde değiştirebilmektedir. Devlet tahvillerine ödenen faizler, bu tahvilleri ellerinde bulunduranlar yüksek gelirli gruplar olduğu için gelir dağılımındaki eşitsizliği artırır. Devletin, sosyal güvenliğin finansmanına katılması, az gelirli grupların gelirlerini artırır ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltır. Tüketime verilen iktisadi gayeli mali yardımlar, az gelirli grupların gelirlerini artırır ve gelir eşitsizliklerini azaltır. Üretimde bulunan kişiler ve ihracatçılar, yüksek gelir gruplarındaki şahıslar olduğu için, üretim ve ihracata verilen primler gelir eşitsizliğini artırır.
Transfer harcamalarının gelir dağılımına etkisini saptamak için, bu harcamalardan yararlananların hangi gelir grupları içinde oldukları araştırılır ve transfer harcamaları bu gelir gruplarının gelirlerine eklenir. Örneğin, devletin sosyal güvenlikle ilgili ödemelere katkısı 50 milyon TL olsun. Bu ödemelerden yararlananların en az gelirli %25 grup içinde olduklarını bilirsek, transfer harcamalarının en az gelirli %25’lik grubun gelirine eklenmesi gerekir.

GELİRİN YENİDEN DAĞILIMI
VE
MALİYE POLİTİKASI

 GELİRİN YENİDEN DAĞILIMININ TANIMLANMASI

 KİŞİSEL GELİR DAĞILIMINI HESAPLAMADA KULLANILAN METOD

 GELİR DAĞILIMINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER

 KİŞİSEL GELİR DAĞILIMININ ÖNEMİ

 İLMİ YÖNDEN ADİL GELİR DAĞILIMININ ÖLÇÜSÜ BULUNABİLİR Mİ ?

 DEVLETİN GELİR DAĞILIMINI DEĞİŞTİRMESİ

 MALİYE POLİTİKASIYLA MİLLİ GELİRİN YENİDEN DAĞITILMASI

 VERGİLER VE TÜKETİCİ BİRİMLER ARASINDAKİ GELİR DAĞILIMI

 MUAYYEN VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

 DEVLETİN BORÇLANMASI VE GELİR DAĞILIMI

 KAMU HARCAMALARI VE GELİR DAĞILIMI

Benzer Konular:

  1. KUYRUKLUYILDIZLAR genellikle, gökbilimine gönül vermiş, gökyüzünü çok iyi tanıyan amatör…

on Tuesday, January 12th, 2010 at 10:19 and is filed under feed.

You can from your own site.



GELİRİN YENİDEN DAĞILIMININ TANIMLANMASI
Source:http://www.hayatodev.com/gelirin-yeniden-dagiliminin-tanimlanmasi.html

Bu yazı toplamda 4113, bugün ise 0 kez görüntülenmiş

Share
Ev ve İş Telefonu Başvurusu Yapmak İçin; Buraya tıklayınız...

CommentYorum